Görünüşe mi tada mı bakalım ?

Bir şarap uzmanının gösterisini hayal edin: Kırmızı şarap dolu kadehi havaya kaldırıyor, ışığa tutuyor ve “Keskin bir kızıl” diye mırıldanıyor. Kadehi hafifçe sallıyor, şarabın bıraktığı izleri inceliyor. Sonra burnunu kadehe sokup derin bir nefes alıyor. “Biraz kahve, baharat, deri ve kuş üzümü” diye ekliyor. Nihayet bir yudum alıp ağzında gezdiriyor, tadını çıkarıyor ve yutkunuyor. “Tam kıvamında, sert bir tat” diye açıklıyor. “Çok iyi bir mahsul. Karanfil ve şekerleme aromalı. Harika bir bitiriş. Muhteşem bir bağ. Tahminime göre bu Chateauneuf 1989.”

Bu tür gösteriler etkileyici görünebilir, ancak gerçekten mümkün müdür? Uzmanlar gerçekten sadece tadına bakarak bir şarabın hangi bağdan geldiğini söyleyebilir mi? Bu iddialarda bulunan uzmanlar, Frederic Brochet’nin deneylerinden birine katılmamaya dikkat etmelidir, çünkü Brochet’nin onları şaşırtacak bir deneyi var.

Brochet, Bordeaux Üniversitesi’nde bilişsel sinirbilim araştırmacısıydı. 1998’de, 44 şarap uzmanını bazı şarapları tatmaları ve izlenimlerini yazmaları için davet etti. Uzmanlara önce kırmızı ve beyaz şaraplar sunuldu, ardından başka kırmızı ve beyaz şaraplar ikram edildi. Kırmızı şarapları erik, sert, koyu, kuşüzümü, kiraz gibi terimlerle; beyaz şarapları ise altın, çiçeksi, açık, kuru, şeftali gibi sözcüklerle tarif ettiler.

Ancak uzmanların bilmediği şey, ikinci turda sunulan şarapların ilk turdakilerle aynı olduğuydu. Brochet, beyaz şaraplara renk vermesi için tadı olmayan bir gıda boyası katmıştı. Eğer uzmanların tat alma yetenekleri gerçekten bu kadar hassas olsaydı, iki şarabın da aynı olduğunu fark etmeleri gerekirdi. Fakat hiçbiri bunu yapamadı.

Brochet daha sonra başka bir deney yaptı. Uzmanlara iki farklı şarap sunacağını, birinin sıradan sofra şarabı, diğerinin birinci sınıf bir bağın ürünü olduğunu söyledi. İlk şarabı tattıklarında, uzmanlar onu basit, oransız ve damakta tat bırakmayan olarak tanımladılar. İkinci şarabı ise karmaşık, orantılı, aromalı ve mükemmel olarak nitelediler. Ancak gerçek şu ki, her iki şarap da aynıydı.

Bu deneyler, şarap uzmanlarının yeteneklerini sorgulamaktan ziyade, algıya bağlı beklentinin gücünü gösteriyor. Brochet’ye göre, beynimiz tat alma duyumuzu diğer duyularımızdan bağımsız olarak işlemiyor. Bunun yerine, şarabın tadını deneyimlerken tüm duyulardan gelen bilgileri bir araya getiriyor. İlginç bir şekilde, beyin görme duyusuna diğer duyulara oranla çok daha fazla önem veriyor. Yani gözlerimiz bir kadehte kırmızı şarap gördüğünde, beynimiz buna dilimizdeki tat alma tomurcuklarından gelen bilgilerden daha çok güveniyor.

Daha da ilginci, bir şarap uzmanı ne kadar deneyimliyse, bu yanılsamaya o kadar kolay kanıyor. Bunun nedeni, uzmanların kırmızı renkli bir şarabın belirli bir tada sahip olması gerektiğine dair önceden oluşturulmuş beklentilere sahip olmaları. Bu önyargılardan kurtulmak oldukça zor oluyor.

Bu deneyler, şarap tadımının sadece fiziksel bir deneyim olmadığını, aynı zamanda psikolojik ve kültürel faktörlerden de etkilendiğini gösteriyor. Peki ya kola? Kırmızı Cola ve Kırmızı Mavi cola fanatiği olan insanlar, kendi favori markalarını diğerinden ayırt edebileceklerini iddia ediyorlar. Ancak Read Montague’nun 2005 yılında yaptığı bir deney, bu iddianın doğru olmadığını ortaya koydu.

Montague’nun deneyinde, katılımcılara marka etiketi olmayan iki bardakta Kırmızı Maviı Cola ve Kırmızı Cola sunuldu. Sonuçlar, katılımcıların sevdikleri kola markasıyla bu çalışmada yaptıkları tercihler arasında hiçbir ilişki olmadığını gösterdi. Açıkçası, insanlar iki kolanın tadını birbirinden ayırt edemiyorlardı.

Daha sonra Montague, deneyini bir adım daha ileri götürdü. Bu kez, katılımcılara biri Kırmızı Cola etiketli, diğeri etiketsiz iki bardak kola verdi. Katılımcıların neredeyse %85’i etiketli olanı daha çok sevdiklerini belirtti. Ancak gerçekte her iki bardakta da aynı içecek vardı.

Montague ayrıca, deney sırasında katılımcıların beyin aktivitelerini de inceledi. Kırmızı Cola’nın görüntüsü gösterildiğinde, beyinde belirgin bir aktivite artışı gözlemlendi. Bu, Kırmızı Cola’nın pazarlama stratejilerinin, insanların beyinlerinde güçlü bir etki yarattığını gösteriyor.

Bu deneyler, tat alma deneyimimizin sadece dilimizle sınırlı olmadığını, aynı zamanda görsel ipuçları, beklentiler ve önceki deneyimlerimizden de etkilendiğini gösteriyor. Reklamlar ve markalaşma, gerçekliği algılama biçimimizi etkileyebiliyor ve bizi neredeyse aynı tada sahip iki içeceğin farklı olduğuna inandırabiliyor.

Bu bulgular, algımızın ne kadar karmaşık ve çok boyutlu olduğunu gösteriyor. Sadece tat alma duyumuz değil, görme, koklama ve hatta dokunma duyularımız da yediğimiz ve içtiğimiz şeyleri nasıl algıladığımızı etkiliyor. Ayrıca, önceki deneyimlerimiz, beklentilerimiz ve maruz kaldığımız pazarlama mesajları da bu algı sürecinde önemli bir rol oynuyor.

Bu deneyler, günlük hayatımızda ne kadar çok yanılsamaya maruz kalabileceğimizi de gösteriyor. Favori şarabımızın veya kolamızın gerçekten en iyi tada sahip olduğunu düşünürken, aslında sadece güçlü bir marka algısının etkisi altında olabiliriz.

Sonuç olarak, tat alma deneyimimiz sandığımızdan çok daha karmaşık ve çok boyutlu bir süreç. Sadece dilimizle değil, tüm duyularımızla ve hatta geçmiş deneyimlerimizle, beklentilerimizle ve maruz kaldığımız pazarlama mesajlarıyla tadıyoruz. Bu, yemek ve içmek gibi günlük aktivitelerin bile ne kadar karmaşık nörolojik ve psikolojik süreçler içerdiğini gösteriyor.

Bu araştırmalar, tüketici davranışları, pazarlama stratejileri ve hatta nörobilim alanlarında önemli etkilere sahip. Aynı zamanda, kendi algılarımız ve tercihlerimiz hakkında daha fazla düşünmemiz gerektiğini de hatırlatıyor. Belki de bir dahaki sefere favori şarabımızı veya kolamızı içerken, gerçekten neyi tattığımızı ve neden onu tercih ettiğimizi sorgulamalıyız.

Eee ne demiş Cemal Safi?
Erkekler gördüklerine,
kadınlar duyduklarına inanır,
bu yüzden;
kadınlar makyaj yapar,
erkekler yalan söyler.

Please follow and like us:

Bir yanıt yazın